top of page

Kum tanesinden sonsuzluğa: Sanatta Transandantalizm


Sanat, doğum, ölüm ve yeniden doğuş hakkındaki sorularla ve etkileyici mücadelelerle karşılaşmamızda, bize olasılıklar dünyasının kapısını aralar. Kimileri bu konuları doğrudan ele alırken, kimileri de onları metaforik anlatılarla ele alır. Yolculuğumuz edebiyatla başlıyor, sinemaya yöneliyor ve sonunda müziğe doğru kısa bir rüyaya dalıyor.Hazırsanız; başlayalım.


Beden ve Ruh


The Jilting of Granny Weatherall ( Büyükanne Weatherall'ın Terk Edilmesi- 1930) adlı eserde, Katherine Anne Porter, bir ölüm döşeğindeki kadının deneyimlerini anlatır. Bir gün boyunca sabahtan akşama kadar olan bir süreçte, özel bir bilinç akışı şekliyle karşılaşırız: Halüsinasyonlar anılarla karışır, algılar düşüncelerle örtülür. Granny Weatherall, ölüm döşeğindeki ziyaretçileri tanır, ancak bakışları içe dönüktür.Düşünceleri ve duyguları, hayatındaki en ağır yaranın etrafında döner: Nikâh masasında terk edilme. Bu travmayı, yaşam hikayesine entegre etmeye çalışır; böylece bırakabilir. Katherine Anne Porter, ana karakterin ruhsal hareketini, bir yandan havada asılı kalmak ve düşmek motifleri, diğer yandan ışık ve karanlık arasındaki çatışma ile vurgular. Bunlar hem bedensel ölüme hem de ana karakterin ruhsal arayışına işaret eder; karanlığa ışık getirmek ve nelerin havada kaldığını bulmak için zaman ve mekan boyunca hareket...









Bir düşünce etrafında takıntılı bir şekilde dönen duruma, sadece ölüm döşeğinde değil, hastayken ya da bir kabus gördüğümüzde yatakta huzursuzca dönerken de aşinayızdır. Bu düşünce, iç huzursuzluğumuzu ifade eden merkezi bir imaja, bir harekete yoğunlaşır. Hitchcock'un Vertigo (1958) filmindeki kabus sekansı, bu durum için güzel bir örnektir. Scottie'nin delirmesine neden olan hikayenin merkezi hareketlerini bir kez daha taklit eder: huzursuzca dolaşma, düşme, parçalanan çiçek buketi...Burada da duygu, hareketle ifade edilir. Filmdeki geri kalan kısım, Scottie'nin ruhsal çöküşünün ardından, onun travmasını bir kez daha nasıl yaşadığını anlatır.


Bu hâletiruhiye içerisinde, bedenimiz bir yankı odası gibidir. Eğer geçici olarak devre dışı bırakılır veya zayıflatılırsa, Katherine Anne Porter'ın anlattığı gibi bir belirsizlik durumuna girer; Ruh ve aklın dengesi kayar. Su kapısı açılır ve bilinçdışına daha doğrudan bir erişimimiz olur. Hipnoz ve psikoterapide bu durumu iyileşme amacıyla kullanırız. Ancak bu durum, psikoza, yani hastalığa da yol açabilir. Katatonikler, kendilerini topraklamak için bedeni tamamen katılaşana kadar maksimum düzeyde gererler. İç dünyadaki görüntülerin ve duyguların saldırısına, gerçeklikte bir bariyer oluşturmak isterler. Tersi durumda, beden ruh için boğucu bir yük haline gelebilir. Yatağa bağlı hastalar bazen ruhun bedenden biraz ayrıldığını hissederler. Ancak genellikle, bedenin hapishanesinden kaçmayı hayal etmek, iç gözleriyle hareketleri canlandırmak bile onlara yardımcı olur. Ölüm sürecinde, beden ve ruh arasındaki bağ sonunda tamamen çözülür ve bilinç söner.










Ölüm ve Yeniden Doğuş



Katherine Anne Porter ve Alfred Hitchcock'un büyük ölçüde gerçekçi bir şekilde sunduğu şeyi, Stanley Kubrick, 2001:Bir Uzay Macerası (1968) filminde daha soyut bir şekilde anlatır. İki ölüm olayı, arkadaşının cinayeti ve HAL adlı bilgisayarın kapatılmasının ardından, astronot Bowman uzay misyonuna tek başına devam ettiğinde, filmin son bölümü başlar. Kubrick bu bölüme "Jupiter ve Sonsuzluğun Ötesi" ara başlığıyla başlar. Bu "sonsuzluğun ötesi" ipucuyla, yeniden doğuş konusuna işaret eder. İzleyen sahne genellikle, Bowman'ın boyutları aşan bir ışık koridoruna çekildiği şeklinde tarif edilir. Ancak yönetmen bize gerçekte ne gösterir? Sadece bir ışık projeksiyonunun karanlıktan çıktığını ve Bowman'a doğru ilerlediğini görürüz. Bilinmeyen bir güç tarafından başka bir boyuta mı çekilir? Yoksa iç dünyasındaki izlenimlerine mi tanık oluruz?


Büyük resim dolaylı ve çok anlamlıdır. Eğer 2001: Bir Uzay Macerası'ndaki ışık akışı bir uzaylı gücü değil, insanî bir süreçi temsil ediyorsa, birden çok yorum seviyesi açılır: Kubrick bize ya ölüm anını yaşatıyordur ( Bowman'ın önce titrediğini, sonra donduğunu ve sonunda sadece gözlerinin kırpıştığını görürüz.) Ya da filmin başında tarif ettiğim gibi psikotik bir sürece dalmış olabiliriz. Bu duruma, aktör Keir Dullea'nın bu sahnede Bowman'ın titremesini yaratmak için bedenini maksimum seviyede gerdiği gerçeği uyar. Bu, Hitchcock'un Rear Window ( Arka Pencere- 1954) filminde bize gösterdiğinden çok daha öngörülü bir sinema metaforudur.


Kısa bir süre sonra Bowman, dünyevi yaşam ve deneyime benzer, ancak aynı zamanda bir öte âleme yerleştirilmiş gibi görünen tuhaf bir ara mekâna ulaşır. Orada ikinci kez yaşlanır ve ölür, ardından boyutları aşan bir fetüs olarak bu dünyaya geri dönüş yolculuğuna başlar.








Hayatın Labirenti



Ruh ölümsüzdür. Ancak ölüm sonrası hangi temel varlığa döner? Wes Ball'ın The Maze Runner (Labirent: Ölümcül Kaçış-2014) filmi de bu soruyla ilgilenir. Burada gençler, bir asansörle ölümcül bir labirentle çevrili bir alanın ortasına getirilir. Alanın öncesi, yani oraya gelmeden önceki yaşamlarını hatırlayamazlar. Gençlerden bazıları, güvenli ama sıkışık alanı terk etmek için ölüm makineleriyle dolu labirentten geçmeye karar verir. Zorlu bir hayatta kalma mücadelesinden sonra, bir çıkış bulurlar ve bir deneyin parçası olduklarını fark ederler. Bu deney, insanlığı ölümcül bir virüs ve dengesi bozulmuş güneş ışınlarından kurtaracak bir yol bulmayı amaçlamaktadır. Hayatta kalan gençler bir helikopterle uzaklaştırılırken, deney düzenlemesine gökyüzünden bir bakış elde ederler.


Bu distopya, temel sorunlarla ilgilenir. Film tarafından ortaya konulan semboller, Kubrick'in 2001:Bir Uzay Macerası adlı filmi gibi, doğum, yaşam, ölüm ve yeniden doğuş hakkındaki sorular etrafında döner. Figürlerin, önceki yaşamlarına dair bir hatıra olmadan belirsiz bir mekandan aydınlığa çıktıklarında, bu bir yeniden doğum gibi görünür, hayatın oyun ve savaş alanına tekrar girişi gibi...



Yaşam labirentindeki yol, çıplak bir varoluş mücadelesine dönüşür. Ve eğer kazanan sonunda parlak bir ışığa kaçarsa, o zaman nereye gittiği sorusu açık kalır. Bu, hayatta kalma, ölüm veya yeniden doğuş için bir metafor mudur? Bu sorunun kişisel cevabını hepimiz ancak zamanı geldiğinde buluruz. The Maze Runner  bize daha uzlaşmacı bir "çıkış" sunar: Hayatta kalma mücadelesi daha kapsamlı bir varoluş biçimi için bir ön hazırlıktır. Bu şeyleri kahramanlar gerçek anlamda ancak göğe yükseldiklerinde fark ederler. Açıklıkta ve labirentte, kendilerini üç boyutlu bir şekilde hayal etmeleri gereken iki boyutlu figürler gibidirler. Filmin son görüntüleri , Platon'un mağara benzetmesinden kaçış gibi görünür.




Doğum

Gaspar Noé'nin Enter the Void (Boşluk- 2009) filmi, ölüm ve yeniden doğuş konularıyla daha açık bir şekilde ilgilenir. Noé, aşk otelinde birleşen çiftleri çevreleyen ışık patlamalarıyla, cinsel birleşmenin bir yaratılış eylemi olduğunu ve tanrısal kıvılcımın sıçradığını belirtir. Çocuk, ebeveynlerinin birleşmesinin somutlaşmış bir yansımasıdır.


İki bireyin bedensel ve ruhsal birleşimi, o kadar büyük bir enerji serbest bırakır ki, yeni bir yaşam ortaya çıkar. Bir çocuk dünyaya geldiğinde, her seferinde Büyük Patlama'ya ve kendi yaratılışımızın başlangıcına geri dönüş yapılır. Burada bireysel ve aile tarihi eşsiz bir şekilde bir araya gelir. Bu nedenle, bu an büyük bir arzuyla ilişkilidir. Ebeveynler, çocuklarında bedensel, ruhsal ve zihinsel olarak yaşamaya devam ederler. Bu, ölümsüzlük için bir başlangıç noktasıdır. Burada ruh düşünceleri birleşir, böylece farklı benliklerin ortak bir yaratma süreci oluşur. Ve film, bu birleşmenin tanığı olarak zamana karşı varlığını sürdürür.









Veda etmek



9. Senfoni, Mahler'ın kalp hastalığı nedeniyle hayatını kaybetmeden önce tamamlayabildiği son eseridir. Bernstein'a göre, ilk bölüm bestecinin sağlık durumuyla mücadelesini yansıtır:


 Bu bölümde duyduğumuz ilk şey, aslında düzensiz bir ritim şeklinde ölüm öncesi bir his, ki ben hep bunun Mahler'ın kendi düzensiz kalp atışlarını belgelediğine inanmışımdır. O, kalp atışlarıyla korkunç bir şekilde ilgileniyordu. Hayatının son yılındaydı. Kalp rahatsızlığı olduğunu biliyordu ve bunu bu senfoninin açılışı olarak yansıttı.


Senfoni hakkındaki incelemesinde Leonard Bernstein, son bölümü yaşama tutunma ve nihai olarak bırakma arasındaki bir mücadele olarak yorumlar. Abide With Me koralına benzeyen tutkulu bir ağıt teması, bir fagot melodisi tarafından birkaç kez kesilir ve bir ritardando'ya dönüşür. Bernstein, bunu ölüm motivi olarak açıklar:




Yaklaşık dört dakika süresince, bölüm aniden başka bir türde dinsellikle değişir. Şimdi Doğu kökenli, son derece sade, Zen benzeri bir meditasyon tarzı vardır kulaklarda. Adeta bedenden ayrılmayı deniyormuş gibi... Bedensiz olmanın, gerçeklikten uzak olmanın, evrenin bir parçası olmanın, moleküler olmanın nasıl bir şey olacağını görmeye çalışır; kimlik, isim sahibi olmadan olmanın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalışır.
Orkestrasyon son derece yalın ve neredeyse soğuk hale gelir: tamamen soğuk. Adeta askıya alınmış gibi görünür. Hareket hemen hemen seçilemez. Satırlar arasındaki boşluk müthiş büyüktür. Ve bu, Batı müziğinde, yoğun üstün transandantal meditasyon kavramına en yakın şeydir.
Ancak henüz bu soğuk çözümü, bu dramayı, bu hiçliği kabul etmeye hazır değildir. Ve bu yüzden tekrar dışarı çıkar; acıya, kıskançlığa, tutku ile yaşama tutunmaya...
Mahler bütün bölüm boyunca bu iki tür çatışma arasında gidip gelir; Batı ve Doğu arasında. Birinde enerji tükenince diğerini dener ve daha sonra tam tersini Bir dizi doruk noktasının ardından, aniden onu kaybettiğiniz hissine kapılırsınız. Son bölümün dönüm noktasıdır; çünkü o anda dünya parmaklarının arasından kayar. Bir şekilde, yaşamın sonunu huzurlu, sakin bir kabul noktasına ulaşmayı başarır; ve bırakır. Bu terk ediş, müziğin en dikkate değer şeylerinden biridir. Senfoninin son sayfası, inanılmaz bir yavaşlıkla, inanılmaz bir dizi sessizlikle gelir. Her birinden sonra tekrar hayata tutunmaya, ona sarılmaya çalışır ve tekrar kayar. Bu, her biri bir öncekinden daha az başarılı olan bir dizi denemenin olduğu bir mücadeledir.


"Bir kum tanesinde dünyayı görmek,

Ve vahşi bir çiçekte bir cenneti sezmek,

Avuç içinde Sonsuzluğu tutmak,

Ve bir saat içinde Ebediyeti yaşamak."

William Blake


bottom of page