top of page

Yanılsama





Zaman, titreyen ve talepkar olan, belki de metafiziğin en hayati sorunu olan bir sorundur; sonsuzluk, bir oyun ya da tükenmiş bir umuttur.


Jorge Luis Borges




Zamanı tanımlamaya çalışmak... Bunu düşünürken, zaman geride kalır; mazidir. Ortak zekamıza ve bilimsel inancımıza göre, zaman durmaz, algıya sığmaz; taşar... Zamanın akışı, onu tanımlanamaz, temelde bilinemez bir hale evirir. Yapısal olarak elde edilemez bir kavram olarak asılı kalır. Zaman kavramı, ancak hareketle, sayıyla, uzayla veya nedensellikle ilişkilendirildiğinde biraz daha berraklaşır.



Bu cümleyi okurken, muhtemelen şu anın—şu an- olduğunu düşünüyorsunuzdur. Şu anın kendine özgü bir hissiyatı vardır. Gerçektir. Geçmişi ne kadar hatırlarsanız hatırlayın ya da geleceği ne kadar beklerseniz bekleyin, şu anda yaşıyorsunuz. Tabii ki, bu cümleyi okuduğunuz an artık gerçekleşmiyor. Başka bir deyişle, zamanın aktığı hissiyatına sahibiz. Geleceğin şu an olana kadar açık olduğuna dair, derin bir sezgiye ve geçmişin sabit olduğuna inanırız. Zaman ilerledikçe, bu sabit geçmiş, anlık şimdi ve açık gelecek yapısı, zamanla birlikte ilerler. Bu yapı, dilimize, düşüncelerimize ve davranışlarımıza yerleştirilmiştir. Hayatlarımızın nasıl yaşandığı buna bağlıdır. Ancak, bu düşünme biçimi ne kadar doğal olursa olsun, bilimde bunun yansımasını bulamayız. Fizik denklemleri bize hangi olayların şu anda gerçekleştiğini söylemez. onlar; "şu anda buradasınız" işareti olmayan bir harita gibidir.



Bilim insanlarının zaman hakkındaki anlayışı ile günlük yaşamımızdaki zaman anlayışı arasındaki fark, tarih boyunca düşünürleri rahatsız etmiştir. Fizikçiler zamanı genellikle ona atfettiğimiz özelliklerin çoğundan arındırdıkça bu fark giderek artmıştır. Şimdi, fizikteki zaman ile deneyimin zamanı arasındaki uçurum, birçok teorik fizikçi için temelde zamanın var olmadığına inanmaya başladığı noktaya ulaşır.



Platon'a göre yaratıcı, dünyayı tam olarak kusursuz modeli gibi, yani ebedi olarak inşa edemez; çünkü duyusal şey ebedi olamaz; bu nedenle yaratıcı, "zaman" adını verdiği ebediyetin hareketli bir görüntüsünü üretmeyi başarır. Akıl yürütmenin çok erken bir döneminde, zaman harekete bağlı olarak düşünülmüş ve uzayla ilişkilendirilmiştir. Eğer zaman sürekli ise, bu hareketin sürekli olduğu anlamına gelir ve hareket, hayat bulduğu uzayın sürekli olması nedeniyle süreklidir. Aristoteles'e göre, zaman gerçek dışıdır hatta gerçek değildir. Bu, zaman hakkında konuşan kişinin (şu an olduğum gibi) rahat olmayan bir durumda olduğunu gösterir. Aziz Augustine, "Zaman nedir?" diye sorulmadığı sürece, bilgi sahibi olduğunu ancak sorulursa, artık bir cevabı olmadığını kabul eder... "Zaman" kelimesini, önce- sonra- aynı anda - gibi aynı ailedeki diğer terimler ile nasıl kullanacağımızı biliriz, ancak açık bir tanım istendiğinde tedirgin oluruz; hazırlıksız yakalanmış gibi hissederiz.


Zaman, süre ve oluş


Newton ve erken mekanistler, onu temsil eden gerçek sayıların çizgisine zamanın özelliklerini atadılar: ikisi de homojen, tek boyutlu, sürekli ve sonsuz... Bu bakış açısına göre, zaman, her olayın benzersiz bir sayı ile indekslendiği mutlak bir çerçevedir.


İzafiyet teorisi ile bu imajı değiştirdiğimizi biliyoruz: olayların zamansal sırası referans çerçevelerine bağlıdır ve evrensel Şimdi'nin bir kavramı artık herhangi bir fiziksel anlam taşımaz hale gelir, ancak zaman mekansal bir karakter ile vurgulanır.


Bazı filozoflar, fiziksel zamanın, hakiki zaman olmadığını iddia ederek tepki verirler; zamanın özgünlüğünü, kendi özelliğini yitirdiği mekansallığı ve onun sürekliliğini reddederler. Bergson bunu içselleştirir ve mekansal oluşunu reddeder. Onun için, saf ve somut süre (la durée) gerçek, hakiki zamandır . Zaman, içselliğin bir parçası olarak var olduğundan dolayı, ruhsal olanın, matematik ve fiziksel mekansal özelliklere indirgenemeyeceği anlamına gelir; sezgiye daha uygun olarak şeylere ait olan, yenilik ve özgürlük ile doğal çeşitliliği doğuran bir öğedir.



19. yüzyılda İskoç okulu tarafından geliştirilen sağduyu felsefesine göre, duyguyla elde edilen bilgiye güvenme konusunda iyi nedenler bulunmaktadır. Bu bilgi sadece bir dizi fikir veya bir dizi subjektif izlenim değildir; dış nesnelere ait nitelikleri doğru bir şekilde iletmektedir. Bu okula göre, duyguyla elde edilen inançlar hem insanlığın sağduyusuna hem de akılına aittir. Sağduyu felsefesi, hem şüpheciliğe hem de subjektif idealizme bir tepki olduğu için bir tür realizm olarak anlaşılır.



Şimdi bilimsel zaman ile süre arasındaki ayrımı hatırlayalım. Zamanın geri dönüşebilirliği sembolik olarak düşünülebilir olmasına rağmen, bu hâl sağduyumuzla çelişir. Bilimsel açıdan tersine dönüştürülebilir bir zamanı kavrayabiliyorsak, bu genellikle bazı matematiksel nedenlerden dolayıdır. Örneğin, zamanı temsil eden sayısal çizgi soldan sağa veya sağdan sola doğru okunabilir. Bununla birlikte, biyolojik ve psikolojik dünyanın zamanlaması, vazgeçemeyeceğimiz bir doğal kanıttır. Fiziğin çoğu dalının aksine, biyoloji zamanı ana parametrelerinden biri haline getirir. Zamanın oku, zaman içinde evrimin ürünü olan tüm canlı dünyasında bulunur. Ayrıca, yaşamı boyunca sürekli değişen her organizmada bulunur. Geçmiş ve gelecek tamamen farklı yönlere işaret eder. Her canlı doğumdan ölüme gider. Bir ağaç dikelim, büyümesini izleyelim; yeterince uzun süre yaşarsak, onun ölümünü görebiliriz. Ancak hiç kimse olgunlaşmış bir ağacın kendi tohumu olması sürecini görmemiştir. Geçmişimizi hatırlarız, ancak geleceğimizi değil...



Zaman yolculuğumuz bir noktada bizleri, nedenselliğe götürür. Modern anlayışa göre, neden-sonuç ilişkisini sürekli bir nedenler ve etkiler dizisi haline getiren her bir neden, etkisinden önce gelir. Her neden, etkisinin sabit bir öncüsüdür. Öte yandan, bu ardışım, geçiş veya geçiş gerekliliği Aristoteles için yoktur; çünkü onun için neden ve etki eş zamanlıdır. Modernler için nedenin etkisinden önce gelmediği düşünülemez ve bu özellik, nedenselliği tanımlamak için hizmet eder, çünkü modern bilim, nedenin varlığının her zaman etki tarafından takip edildiği Galileo'nun tanımını korumuştur ve eğer neden kaybolursa, etki de kaybolur.


Neden her zaman etkiyi mi takip eder? Görelilikçi fizikçiler, bu bağlamda tereddüt ederler ve bu konu, Gödel'in fizikomatematik gelişmeleriyle daha da karmaşık hale gelir. Gödel'in keşfi basit değildir. Anları birbirini izleyen bir nokta dizisi olarak düşünürsek, matematiksel olarak kapalı eğriler tasarlamamızı hiçbir şey engellemez; olan olacak, neden etkiyi takip eder, etki nedeni takip eder. Belirli genel görelilik teorisi denklemlerini çözme yöntemleri, kapalı eğrilerin varlığını mümkün kılarsa (Gödel tarafından başarıldı) aynı uzay-zaman noktalarının üzerinden tekrar tekrar geçmek mümkün demektir, önceki bir duruma geri dönülebilir: zaman tersine dönebilir. (Bkz. Kurt Gödel, "Relativite Teorisi ve İdealist Felsefe Arasındaki İlişki Üzerine Bir Düşünce", Albert Einstein, Philosopher-Scientist, Paul A. Schilpp tarafından düzenlenmiş, Open Court, La Salle, Ill., 1949).



İnsan, kendi yaşamının ve kendi ölümünün acımasız gelişini fark etmektedir ve hiçliği hayal edemez . İnsan, zaman hakkında oldukça rahatsızdır, geçişi, geri dönülemezliği hakkında endişelidir. Zaman zaman dramatik olarak, kendini avutmak için mitler uydurur. Ölümlü bedeninden ayrılabilen ölümsüz bir ruha sahip olabileceğimizi, geçmişimizi yeniden yaşayabileceğimizi, reenkarnasyon geçirebileceğimizi veya dirilebileceğimizi hayal etmeye çalışırız. Derin bir arzunun ve hayal gücünün yaratıcı gücü sayesinde ortaya çıkan bu efsanevi hikayelerin bir şiirsel değeri vardır, ancak gerçeklik değeri var mıdır; bilinmez.


Zaman dışında Var Olma'nın ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Geleceğin insanı, bir gün ara gezegen seyahatlerine alıştıktan sonra, bizim gibi zaman hakkında hâlâ aynı şekilde mi konuşacak, kim bilir.







Güneşin altında yatmaktan, evde yağmur izlemekten yorgun..

Daha gençsin ve yaşam uzun, harcayacak vaktin var nasılsa bugün

Ve bir de bakarsın ki 10 yılı bırakmışsın ardında

Kimse söylememiştir sana ne zaman koşacağını, kaçırırsın başlama işaretini.

bottom of page