Zaman-İmge nedir?
Zaman-imge, Deleuze'ün felsefesinde, zamanla harmanlanmış özgün bir imge türünü ifade eder. Bu imgeler, yalnızca anlık gözlemlerle sınırlı kalmaz; geçmiş ve gelecekten unsurlarla şekillenmiş, kendilerine has birer sanal yapıdır. Peki, bu imgeler günlük hayatımızda nasıl bir rol oynar?
Günlük hayatımızda, anılarımız ve hayallerimiz aracılığıyla sürekli olarak zaman-imgeleri oluştururuz. Bu imgeler, anlık duyusal deneyimlerimiz kadar gerçek olmasa da, bizim için var olmaya devam ederler. Örneğin, masamdaki bir kahve kupasını gördüğümde, bu kupayı zihnimde biriktirdiğim geçmiş kupaların ve fincanların imgeleriyle eşleştiririm. Bu tanıma süreci, sanal ve gerçek imgelerin bir araya getirilmesiyle gerçekleşir. Bu süreç bazen yarı otomatik bir hal alırken, yeni veya farklı bir nesneyle karşılaştığımda daha karmaşık bir hâl alabilir. Bu tanıma sürecinde, geçmişten aldığım ve başkalarının deneyimleriyle birleştirdiğim imgeler, Deleuze tarafından 'tanıma-imgesi' olarak adlandırılır. İki yıl önce gördüğüm bir arkadaşımı düşündüğümde, onunla yaşadığım bir anıyı canlandırdığımda bu bir 'hatıra-imgesi' olur. Eğer bu buluşmayı bir rüyamda gözlemlediysem ve rüyada gerçekleşmeyen fantastik olaylar yaşanmışsa bu bir 'rüya-imgesi' olur.
Deleuze'ye göre, bu imgeler asla sadece basit imgeler değildir; aynı zamanda göstergelerdir. Yani, imgeler, bizi ilk etapta bu imgelere yönlendiren şimdiki zamandan, gerçek imgelerin sanal göstergeleri olarak işlev görürler. Deleuze bu kavramı Cinema II eserinde detaylandırırken, hatırlama ve anımsama imgelerini 'anımsatıcı-gösterge' olarak, rüya imgelerini ise 'oneiro işaretleri' olarak adlandırır.
Filmlerde sıkça rastladığımız bu süreçler, karakterlerin bir nesneyi gördükten sonra geçmişe dönüş yapmaları, bir hatıra ile o anı eşleştirmeleri ya da rüya görüntüleriyle olayları betimlemeleri şeklinde işlenir. Bu türden imgeler, filmde tanıma-imgesi, hatıra-imgesi veya rüya-imgesi olarak işlev görürler. Bu imgelerin gerçekliği, genellikle onların filmin diğer kısımlarında açıklanması ya da gösterilmesiyle sınırlıdır; örneğin bir rüya sahnesinden sonra karakterin uyandığını görmemiz gibi...Bu bağlam, bu imgelerin sanallığını ve gerçeklikten bir ölçüde uzak olduklarını pekiştirir. Deleuze için, bu imgelerin içerdiği bağlam, fark, zaman, temsil ve ilişki, sanallık kavramını önemli kılar.
Zaman-imgesi kavramı, sinema tarihinde belirli dönemlerde öne çıkan farklı imgeleri ifade eder. 2. Dünya Savaşı öncesi, genellikle tanıma, hatırlama ve rüya imgelerinin egemen olduğu bir dönemde, bu imgeler doğrudan zamanla ilişkilendirilebilirken, savaş sonrası dönemde, özellikle Hollywood dışı filmlerde, zaman-imgeleri daha belirgin hale gelir. Bu dönemde, film sanatı, zamanın doğrudan imgelerini keşfetmeye yönelir fakat Hollywood filmleri genellikle aksiyon-imgelerine odaklanır.
Öncelikle, savaş öncesi dönemde, zaman-imgeleri, tanıma, hatırlama ve rüya imgeleri biçiminde ortaya çıkar. Ancak zaman, montaj teknikleri aracılığıyla dolaylı olarak da gösterilebilir. Kesmeler ve montaj teknikleri, görüntüleri birleştirerek ve değiştirerek, zamanın dolaylı bir imgesini yaratabilirler. Deleuze'e göre, montaj, zamanın dolaylı bir imgesi olarak hareket-imgesinin bir versiyonudur. Ancak bu imgeler, bilinçten kaynaklanmazlar, bu yüzden zayıftırlar. Bu imgeler, duyusal-motor şeması tarafından gizlenmiş veya maskelenmiştir. Bu nedenle, geri dönüşler ve rüya imgeleri görülse de, genellikle sınırlıdırlar. Ancak, bazı istisnai durumlar vardır; örneğin, rüya gibi dünyaları tasvir eden ancak gerçek bir rüya olmayan filmler, bu istisnalardan biridir.
Savaş sonrası dönemde ise, ana akım olmayan sinema, zamanın doğrudan imgelerini keşfetmeye başlar. Filmler, rüyaları, hayalleri ve anıları doğrudan gösterirken, gerçeklikle sanal arasındaki sınırları bulanıklaştırdılar. Bu filmler, izleyicinin neyin gerçek neyin sanal olduğunu ayırt etme yeteneğini zorlayarak, sıklıkla belirsizlik yaratırlar. Ayrıca, insan bilincine bağlı olmayan zaman-imgeleri de bulunmaktadır. Bu imgeler, karakterlerin bilincinden bağımsız olarak görünürler.
Deleuze, bu tür imgelerin özellikle İtalyan yeni gerçekçiliği ve Ozu'nun filmlerinde görüldüğünü ileri sürer. Yeni gerçekçi filmlerde, kamera yıkım sahnelerini işlerken sık sık oyalanır, bu da izleyiciye bu travmatik görüntülerin etkisini saf halde sunar. Ozu'nun filmlerinde ise, 'yastık çekimleri' adı verilen sahnelerde, karakterlerin bilincinden bağımsız gibi görünen imgeler sıkça görülür. Bu imgeler, anlatıcının veya karakterlerin perspektifinden özgürdürler. Deleuze, bu tür imgeleri "serbest-dolaylı" kamera veya görüş olarak tanımlar.
Sonuç olarak, zaman-imgeleri sinema tarihinde önemli bir rol oynamıştır. Savaş öncesi dönemde belirginleşen imgeler, savaş sonrası dönemde daha da çeşitlenmiş ve derinleşmiştir. Bu imgeler, zamanın doğrudan imgelendirilmesini ve insan bilincinden bağımsız imgelerin kullanımını içerirler. Deleuze'e göre, bu imgelerin keşfi, sinema sanatının yeni potansiyellerini açığa çıkarmıştır.
Ayna İmge
Filmlerde, insan bedenlerinin algılanışı, etkilenişi ve eylemlerinin hâkim olduğu duyusal-motor şemadan daha ileri giden zaman-imgeleri de mevcuttur; çeşitli türlerde aynalara rastlarız. Aynalar, gerçek varlıkların sanal görüntülerini sunar. Aynada kendi gerçek yüzünü gören bir kişi aslında yüzünün sanal bir görüntüsünü görür. Bu yüzlerin zamansal durumu nedir? Eğer ayna, şimdiki zamanın halini yansıtıyorsa, sanki aynanın zamanı sürekli bir geçmiş-gelecek ya da gelecek-geçmiş durumunda varmış gibi görünür. Buradan Deleuze'ün hyalo -gösterge veya cam, ayna görüntüsü kavramını geliştirdiğini anlıyoruz.
"Hyalo" kelimesi, Yunanca kökenli bir terim olan "hyalos"tan türemlenmiştir ve "cam" anlamına gelir. Gilles Deleuze'ün felsefi terminolojisinde, "hyalo-gösterge" ya da "cam imgesi" gibi kavramlar, genellikle film teorisinde ayna ya da cam gibi şeffaf veya yansıtıcı yüzeylerle ilgili görüntüleri ifade etmek için kullanılır. Bu tür imgeler, filmde gerçeklik ve sanrı, geçmiş ve gelecek gibi kavramlar arasındaki sınırları bulanıklaştırabilir.
Deleuze, hyalo-göstergeleri yalnızca filmlerdeki ayna görüntüleri ile sınırlamaz. Aksine, birbirine benzeyen iki karakter, özellikle psikanalitik film eleştirisinde genellikle ayna ikizleri olarak adlandırılır. Burada Deleuze'ün psikanalizi nasıl ele aldığını ve üstesinden geldiğini görebiliriz. Filmdeki yansımalar, filmin zaman akışını bozar, zamansal kısa devreler yaratır. Zira zaman, genellikle saatler gibi varlıklar tarafından, çevremizdeki dünyanın sunduğu fiziksel farklara göre işaretleniyorsa ve mekan kendine benzemeye başladığında ne olur? Aynalar zamanı bozarlar. Ve Deleuze'ün kristal diye adlandırdığı bir aynalar salonu olduğunda, öncesi ve sonrası kavramlarının kelimenin tam anlamıyla çözüldüğü bir durumla karşı karşıya kalırız. Film parçalarının birbirini yansıttığı, bu tür kısa devrelerle dolu filmlere, görüntü kristalleri veya kristal imgeler adını veririz.
Comments