top of page

Bilinçaltının Bay-Kuş'u: David Lynch



Lynch ruhları ikiye böler; bazıları onun son derece kendine özgü öykülerine, dışavurumcu imgelerine ve gerçeküstü film öğelerine bayılır; bazıları ise genellikle kafa karıştırıcı, bazen korkutucu ama her zaman absürt filmleriyle ilişki kuramazlar. Benzersiz bir şekilde rahatsız edici ve akıllara durgunluk veren görsel çalışmaları, sıradan olanı, şok edici derecede ürkütücü ve açıklamalara meydan okuyan bir durumla yan yana getirir. Lynch, bilinçaltı ormanlarının baykuşudur. Onu izlemek, rüya görmektir; belki de kabus... Bu seçimi size bırakıyorum.


Küçük Lynch'in hayallerini ressam olmak süsler. Boston ve Pensilvanya'daki Güzel Sanatlar Akademisi'nde okur. Akademide, deneysel bir resim ve heykel yarışması için Six Men Getting Sick ( Altı Adam Hastalanıyor-1967) adlı 60 saniyelik bir animasyon yapar. 1970'te Lynch, Amerikan Film Enstitüsü'nün İleri Film Araştırmaları Merkezi'nde öğrenci olur ve burada ilk uzun metrajlı filmi Eraserhead (1977) üzerinde çalışmaya başlar.



Eraserhead, başlangıçta eleştirmenler tarafından epey hırpalanmış olsa da, Lynch'in ilk yönetmenlik denemesi önce bir sır, sonra bir klasik olur. Hikaye, Mary'nin (Charlotte Stewart) istenmeyen bir hamilelikten sonra deforme olmuş bebeğine bakan, utangaç işçi Henry'yi (Jack Nance) takip eder. Mary, bunaldığı için ikisini de terk ettikten sonra bile, Jack çocuğu bırakamaz ama durum onu da ​​yavaş yavaş delirtir. Filmde, sürrealist ve dışavurumcu öğeler yer alır; Kafkaesk olay örgüsüyle hem kahramanı hem de seyirciyi çıldırtır.




The Elephant Man- Fil Adam ( 1980 )


Londra 1881; İngiliz Joseph Carey Merrick'in hayatını ve onun cerrah Sir Frederick Treves ile olan ilişkisine tanık oluruz. Treves, Royal London Hastanesi'nde çok saygın bir cerrahtır. Treves, Surgical Applied Anatomy (Cerrahi Uygulamalı Anatomi) ve The Student's Handbook of Surgical Operations ( Öğrencinin Cerrahi Operasyonlar El Kitabı) gibi birçok standart çalışmanın yazarıdır. Ancak sonunda en büyük dalgayı yakalayan metni, 1923'te küçük bir kitap olarak yayınlanan ve 1963'te ikinci baharını yaşayan anı kitabı "Fil Adam ve Diğer Anılar" olur.


David Lynch'in daha sonra kendi filmini yaptığı senaryo, Treves'in bir karnavalda Merrick ile tanıştığı andan itibaren, büyük ölçüde Merrick'in geleneksel hayat hikayesine bağlı kalır. Joseph Merrick'in hastalığı, yedi yaşındayken ortaya çıkar. Yaşamı boyunca doktorlar, fil hastalığından (vücudun bir kısmının bloke bir lenfatik sistemin neden olduğu anormal büyümesi) muzdarip olduğunu varsayarlar. 1971'de antropolog Ashley Montagu, "The Elephant Man: A Study in Human Dignity" adlı çalışmasında (Treves'in kitabının yanı sıra başka bir senaryo ve film kaynağıydı), ne yazık ki Merrick'in kalıtsal nörofibromatoz durumuna sahip olduğunu yazar. Çocukluktan itibaren bölgesel aşırı büyümeye yol açan doğuştan bir hastalık olan nadir Proteus sendromu ancak 1979'da keşfedilir ve o andan itibaren Merrick hastalığının teşhisi olarak kabul edilir.


Filmde, John Merrick (John Hurt) bir ucube gösterisinde sergilenir ve kötü muamele görür. Cerrah Frederick Treves (Anthony Hopkins) Merrick'le ilgilenip onu Londra sosyetesiyle tanıştırmaya çalıştığında, durumu başlangıçta düzelir. Lynch'in ilk filminin aksine The Elephant Man, eleştirmenler tarafından çok daha iyi karşılanır. Sözde fil adam hakkındaki siyah beyaz dram, insanlığa bir çağrıdır. Görünüşün bir kişinin karakteri hakkında hiçbir şey söylemediğini ve gerçek canavarları fark etmenin o kadar da kolay olmadığını hatırlatır.



Blue Velvet ( Mavi Kadife ) - 1986


Lynch'in gerçeklik ve gerçeküstücülük arasında gidip gelmesi, şiddet ve seksin cesur tasviri, avangart ifade, son derece etkili görsel, eserinin benzersiz kişisel cazibesine katkıda bulunur. Blue Velvet'da Lynch, psikolojik unsurları düzenleyerek, çılgın bir dünyayı başarılı bir şekilde tasvir eder.


Film bir dizi rüya gibi görüntüyle başlar: mavi gökyüzünün altında sallanan kırmızı güller, itfaiye aracına elini sallayan gülümseyen bir itfaiyeci ve yolun karşısına yürüyen bir grup çocuk... Lynch, rahat ve güzel bir sabah serabını yaratır. Aniden, kahramanın babası olan bir adam bahçesini hortumlarken felç olur. Bir köpek havlamaya başlar ve yanından bir bebek geçer. Çerçevedeki bu unsurlar izleyicide bir tedirginlik uyandırır. Lynch, Freud'un teorisine de uyan kasabanın sahte mükemmelliğinin altındaki olumsuz ve şeytani şeyleri gösterir. Ruhun id, ego ve süperego bölümleri, karmaşık insan davranışlarını oluşturmak için birlikte çalışır. Bir yandan, süperego, ebeveynlerimizden ve toplumdan edindiğimiz içselleştirilmiş ahlaki standartları ve idealleri tutar. Öte yandan id, süperegonun karşı tarafıdır. İd, tüm arzuların, isteklerin ve ihtiyaçların anında tatmin edilmesi için çabalayan haz ilkesi tarafından yönlendirilir. İd, buzulun derin tarafında batık ve gizlidir; şeytanın özüne benzer ve filmin başındaki uyumun olumsuzlanmasıdır.


Jeffrey Beaumont (Kyle MacLachlan), çekici bar şarkıcısı Dorothy'nin (Isabella Rossellini) karanlık sırrını öğrenir. Blue Velvet, Lynch'in en iyi filmlerinden biri olarak kabul edilir. Sürrealist gerilim, sadece insanın içini ısıtan hikayesiyle değil, aynı zamanda MacLachlan, Rossellini, Laura Dern ve Dennis Hopper'ın sembollerle yüklü görselleri ve oyunculuk performanslarıyla da büyüler.




Mulholland Drive ( Mulholland Çıkmazı ) - 2021


Lynch başka bir kült klasiği yaratır. Bu sefer Hollywood'un karanlık dünyasına dalar. Gerçek ve hayal bu hikayede karşı karşıya gelir. Hikaye bir suikast girişimiyle başlar: genç, esmer bir kadın (Laura Harring), Mulholland Drive'da bir araba kazasından kurtulan tek kişidir. Hafifçe yaralanmış ve kafası karışmış halde, yaşlı bir bayanın terk edilmiş dairesine sığınır ve burada Betty Elms (Naomi Watts) ile tanışır. Esmer kadın sonunda Rita'nın kimliğine bürünür. Kısa bir süre sonra Betty'ye kazadan beri kim olduğunu artık hatırlamadığını itiraf eder. İkili, kimlik kartı yerine yalnızca büyük miktarda para ve ceplerinde garip bir mavi anahtar bulur. Betty'nin Rita'nın kimliğini ve sırrını öğrenmeye olan ilgisi uyanır.


Lynch filminde, başlangıçta izleyicinin kafasını karıştıran ve yoruma çok yer bırakan alışılagelmiş anlatı yapılarından kasıtlı olarak ayrılır. Özellikle karakterlerin değişen kimlikleri hikayeyi alt üst eder. Yönetmenin kendisi, filminin yorumu hakkında hiçbir şey söylemez. Yaygın bir inanış, çeşitli geçişlerin ve hikayelerin başarısız bir taşralı aktrisin hayalleri olması gerektiğidir. Uzun kıvrımlı yollarda Los Angeles'a giden Mulholland Drive caddesi, Hollywood ruhuna her zamankinden daha derin bir şekilde nüfuz etmekle eş anlamlıdır. Bu şekilde Lynch, filmin sonuna doğru, yavaş yavaş bir hayal kırıklığı yaratır.








Bir şeylerin ne anlama geldiği veya nasıl yorumlanabileceği hakkında çok fazla şey bilmemek iyidir, yoksa olayların devam etmesine izin vermekten çok korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve sihiri yok eder. Belirli şeylere indirgenebilir ve şimdi, adlandırılıp tanımlandığı için gizemini ve uçsuz bucaksız, sonsuz bir deneyim potansiyelini kaybetmiş olur.

David Lynch


bottom of page